
Dr. Bülent İLİK ve Sosyal Hizmet Uzmanı gözüyle biz potansiyeli, biz olmak… (1)
Bugün 10 Kasım, biz olmayı konuşmaya Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anarak başlamak isterim Gazi;,”Benim tutkularım var, hem de pek büyükler; fakat bu tutkular, yüksek makamlarda bulunmak veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin doyumuyla ilgili bulunmuyor. Ben bu tutkularımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydalar dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün yaşamımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.”
Ben sosyal hizmet uzmanıyım daha önceki konuklar kendi meslekleri açısından konuyu irdelediler
Sosyal Hizmetler demokratik toplumlarda var olur ve gelişir.
Demokratik Toplum eşit, özgür birey, yurttaşlık temeline dayanır. Yurttaş olmak demek de haklarıyla sorumluluklarıyla toplumsal yaşama katılımla var olmak demektir. Onun için olmazsa olmazımız “yurttaş “şimdilerde de aktif yurttaşı geliştirmek güçlendirmektir diye düşünüyorum. Yurttaş olamadıkça, olmadıkça zaten biz olabilmemiz ya da biz duygusunu güçlendirmemiz olanaklı değil
Sosyal hizmetler ülkemizde genellikle güç koşullardaki yurttaşlarımıza yönelik hizmetler gibi algılanıyor . Bu çerçeve elbette doğru ama yeterli değil. Sosyal hizmet insanların toplum yaşamında hak temelli olarak var olmalarını kabul eder. Hukuk çerçevesinde ,yönetenlerin keyfine ya da acıma duygularına göre değil , güç durumda kaldığında ya da güç duruma düşme riski olduğunda o yurttaşın yanında olabilmeyi içerir bu yaklaşım.
Güç koşullarda olmak; örneğin çocuklar, yaşlılar, akıl-ruh sağlığı olan engellilik gibi bireysel özelliklerden kaynaklanabileceği gibi toplumsal koşullar, olgu ve olaylardan da kaynaklanabilir.
Toplumsal sorunlar bazında ve biz olabilmenin önündeki engeller bazında Türkiye için bugün en önemli konuların başında yoksulluk örneklenebilir.
Türkiye’de sosyal hizmetlerin geliştiği zemini doğru tanımlamak, bilmek gerekli. Türkiye resmi rakamlara göre 14.7 milyon yurttaşının yoksul olduğu bir ülke. 14.7 milyon insan yoksul ise, o yurttaşlar üzerinden bizi inşa etmenin güçlüğünü de kabul etmeliyiz.
Yoksulluk arttıkça birey uzaktan da uzaklaşır. Kısacası,bugünü düşünüyor bugün akşamki yiyeceğini ya da bir hafta ya da bir ayı düşünüyor yani siz yoksulluk sorunu yaşayan bir yurttaşa ulusal ya da evrensel pek çok sorunu söylediğinizde anlamıyor değil ama öyle bir yaşam çelişkisi ile karşı karşıya ki önce onu halletmeye çalışıyor.
O zaman sosyal hizmetlerin demokratik bir toplumda hak temelli gelişmesi gerek. Siz korunma, yardım ,destek gereksinmesi olan yurttaşlarınıza yaşamının her anında ,doğumdan, ölümüne kadar ulaşacaksınız .
Yurttaşa ulaşırken sadece yardım temelli bir ulaşma değil ,kendi kendine yeterli ,ayakları üzerinde duran yurttaş temelli ulaşmalısınız. Siz bir yurttaşınıza 15 yıl sosyal yardım yapıyorsanız ,aslında siz sürdürülebilir yoksulluk tablosu içinde onu yoksulluğa mahkum ediyorsunuz demektir. Toplumsal algımız da çok önemli sorunlar var .Örneğin, “ en kötü aile yanı sosyal hizmet kurumlarından, yuvalar, yurtlar, huzurevlerinden iyidir” diyorlar bu doğru değil.
Öyle aileler var ki, yaşamınızın orada sürdürülmesine olanak yok. Öyle aile var ki, çocuk o ailenin içinde aklınıza gelecek her türlü ihmal ve istismar ile karşılaşıyor.
Burada hak temelli sosyal hizmetleri inşa etmenin önemi ortaya çıkıyor Sosyal hizmetlerde eksik bıraktığımız, bir başka önemli ve biz potansiyeli adına geliştirmemiz gereken nokta, yangın metaforunu kullanırsak, tulumbacılar gibi hep yangın çıktıktan sonra söndürme üzerine kurulu bir yaklaşım değil yangının çıkmasını önleyecek bir yaklaşımı geliştirmeliyiz. Sosyal devlet dediğiniz ,Ulus dediğiniz şey yangın çıktıktan sonra elbette söndüreceksiniz ama sizin esas sorumluluğunuz yangın çıkmadan önlem almanız gerek Onun için sosyal hizmetlere bakarken en iyi yer ailedir demeden önce sağlıklı, güçlü bir aileye geliştirme üzerinde odaklanmalıyız.
Bugün İzmir depremi ile ilgili en çok konuştuğumuz şey, depreme en uzak noktadaki Bayraklı’da ki zemin. Deprem en çok orada yıkımai yitimlere neden oldu.
Türkiye’deki sosyal hizmetlerin zemini açısından bazı temel verilere de kısaca değinirsek; Bugün ;
25 buçuk milyon çocuğumuz var, bunun 23 milyonu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuğumuz ve birlikte yaşadığımız ve yaşayacağımız 2 milyona yakında mülteci çocuk .
7.6 milyon 65 ve yukarı yaşta yaşlımız var ve bu sayı hızla artıyor.
Yaklaşık 6 milyona yakın engelli yurttaşımız var,
Yoksul yurttaşlarımızın sayısı14.7 milyon.
Olumsuzluklara toplumsal cinsiyet den kaynaklanan rolleri, sorunları ve mülteci sorununu da eklemek olanaklı.
Bir iki başlıkla değindiğim bu toplumsal zemin gösteriyor ki Türkiye’de sosyal hizmetlerin yeri ve önemi çok büyük.
Bu bağlamda, birincisi sorun ortaya çıktıktan sonraki kısmında bakım ,tedavi ve rehabilitasyon süreci geliştirmeli ve sağlamalıyız, bunun yanında ve öncesinde sorun ortaya çıkmadan önleme, koruma, geliştirme ve değiştirmeyi başarmalıyız.
Örneğin Uyuşturucu bağımlısı olmuş bir kişiyi yeniden toplumsal yaşama dengeli olarak kazandırabilmek çok zor ve başarı oranı en iyimser koşullarda %30 u geçmiyor. O zaman sizin sorununuz buraya gelmeden önlemek .
Şimdi biz bu zeminde biz’i nasıl inşa edeceğiz. Değiştirmek,geliştirmek istediğimiz insanlarımızı sürece nasıl katacağız?. Onlar adına mı hareket edeceğiz, birlikte, sürecin her aşamasında ortak mı hareket edeceğiz.
Bizi bizle birlikte inşa sürecinde, onlar için çaba gösteren ,hareket eden insanların varlığı çok önemlidir değerlidir, kıymetlidir ama esas sorun değiştirmek istediğiniz geliştirmek istediğiniz insanları sürecin içine katmak olmazsa olmaz ilkelerimizdendir Yani siz düşünüyorsunuz bu mahalle için en iyisi budur Belki gerçekten en iyisi sizin söylediğinizdir ama bu mahallede yaşayanları bu sürecin içine katmayı beceremiyorsanız, başaramıyorsunuz istediğiniz değişimi yaratamazsınız.
Neden değişim? Herşey aynı gidiyorsa sorun ya da sorunlar varlığını, çoğu kez şiddetini arttırarak devam edecektir. Değişimin oluşumunda üç temel ögeye dikkat çekilebilinir, ilki genel olarak yaşamdan hoşnutsuzluk, ikincisi toplumsal yapıdaki değişimler ve üçüncüsü de yeni-farklı bilgi ve düşüncelerin varlığı ve bunun hedef topluluğa-topluma aktarılabilmesi. Bunların biri veya birileri olacak ki değişme olsun Yoksa her şey aynı ise, durağan bir yapı ortaya çıkar ve topluluklar bunu ,kanıksayıp, içselleştirebilir ve hatta daha geriye bile gidebilir. Örneklemek gerekirse 80 öncesinin gençliği ve aydınları halka yeni fikirler söylüyordu yeni değişik şeyler anlatabiliyorlardı ve umut aşılayabiliyorlardı. Bu bizim yoksul yurttaşlarımızda güçlü bir değişme arzusu ve örgütlenme potansiyeli yaratıyordu. 80 sonrası yapılmış bir araştırmada, bu tablonun büyük ölçüde değiştiğini görüyoruz. Çok sayıdaki yaşamdan memnuniyet araştırmalarında, “yoksul yurttaşlar kendilerini, kendilerinden daha iyi konumda olanlarla değil, tam tersine kendilerinden daha olumsuz koşullara sahip olanlarla “ kıyaslıyorlar . Hiç kuşku yok ki bu durum değişme-gelişme arzusunu da törpülüyor.
Bu değişme arzusunun konuşulması, tartışılması, eleştirinin yanı sıra çözümlere yönelik önermelerle birlikte ele alınması gerekiyor.
Daha somutlaştırırsak, sosyal hizmetin temel ilkeleri çerçevesinde değişme yaratmak üzere yola çıkmalıyız . bunu bir toplum kalkınması çalışmasının modeli olarak bir bölgede yoksulluğu önlemek veya çocuk evliliklerini önlemek istiyorsak nereden başlayacağız işe .
İlk ilke,değiştirmek istediğiniz gruplar ile beraber çalışırken gelişme ve değişme hızlarına dikkat etmek gerek. Bu var olanı aynen benimseyerek ya da onlar gibi davranarak değil, değişme hızına en uygun mesafede, kolaydan-zora birlikte başarılabileceklerin listelenerek başlanılması.En zor, değiştirilmesi en güç olandan değil, toplumsal güç dengeleri açısından başarılabilinecek olanlardan işe başlamak.
Böylelikle toplumun kendine güven duymaya başlayarak değişme arzusunun harekete geçirilmesi hedeflenmelidir.
Bir başka ilke, toplumun hep zayıf yerleri üzerinde odaklanmamak. Güçlü yönlerini ortaya çıkartabilmek ve desteklemek. Vak’a düzeyinde örneğin şiddet mağduru bir kadın ile sürekli şiddet üzerinden konuşarak bu sorunu çözemeyebilirsiniz ama o kadının pek çok güçlü yanı vardır Size gelişi güçlü bir yanın ifadesi olabilir hayata tutunduğu ya da tutunabileceği farklı özellikleri olabilir. Topluluklar için de o güçlü yanlardan yola çıkmak ve bunu geliştirmek.
Burada girişkenliğin arttırılması ve topluluğun biz başardık duygusunun yaratılması gelişimin değişimin anahtarı olacaktır.
Bir başka yaklaşım ilkesi , sorunu bir sistem bütünlüğü içinde ele almak olmalıdır. Bireyi ve toplumu bir bütün olarak kavramak , güç dengesini , o toplumdaki doğal ve resmi önderler bilmek gereklidir.
Biz duygusunu geliştirmek ve toplumu değiştirmek, geliştirmek isteyenler topluma, önyargısız, yargılamadan, genellemelerden kaçınarak yaklaşmalıdır. Örneğin biz, Suriyeliler diyoruz şimdi Türkiye’de 5 milyona yakın mülteci var ,3.7 milyonu Suriye kökenli. Etnisite, inançlar,tutum davranış, cinsiyet rolleri, geçmiş yaşam birikimleri açısından hepsi çok farklı. Bu tıpkı bütün Ankaralılar aynıdır demek gibi olur.
Bir başka önemli ve ötelenen görevde savunuculuk.Savunuculuk görünürlüğü arttırır. Bazen insanlar düşündüklerini, hissettiklerini doğrudan kendileri söylemekte tereddütlü olabilirler, çekinebilirler işte bu süreçte yapılacak savunuculuk değişimin de yolunu açabilir.
Yukarıda söylediklerime kısa örnekler de verebiliriz. Türkiye’de başarılmış çok sayıda olumlu örnek var.
Biz Marmara depreminde çok sayıda arkadaşla çalıştık. Depremin hemen sonrasında kurulan çadırkentlerde yardım malzemelerinin dağıtımında sorunlar oluşmuştu. Sakarya Emirdağ çadırkentinde her 10 çadırı temsilen depremzedelerin bir temsilci seçmesini istedik ve çadırkent yönetimine temsilcileri kattık. Bu pek çok sorunu çözdü ve kısa sürede diğer çadırkentlerde de uygulandı.Bu katılıma ilişkin iyi bir örnek.
Savunuculuk için bir başka örnek şu olabilir. Siz çalışma yapacağınız alanda sorunu ve sonuçlarını görüyor olabilirsiniz ama bunu yaşayanlar sizin gibi düşünmüyor olabilirler. Çocuk evliliklerini sürdürüyor olabilirler. Burada olabildiğince tüm destek unsurlarını da sürece katarak, bu evliliklerin bireyin yaşamında yaratacağı sorunları, hukuksal sonuçlarını ortaya koymaktan vaz geçmemek gerek.
Bu hem hedef kitle açısından hem de bu konuda sorumlu kamu yöneticilerinin görevlerini yapmaları açısından önemlidir.
Mevsimlik tarımda çocuk işçilerin çalıştırıldığını herkes biliyor. Kamu da biliyor ve çocuk işçi çalıştırmanın cezası ağırdır diye pankartlar asıyor. Uyguluyor mu? Hayır. İşte burada kamuoyunun gündemine nelerin yapıldığı, yapılmadığı sorusunu ve çözüme ilişkin önerileri getirmek kısacası savunuculuk yapmak gerekiyor .Burada hiç kuşku yok ki egemenler hak aranmasından, savunuculuk yapılmasından hoşnut olmuyorlar. Tam da burada STK’ların önemlice bir bölümü projeciliğe yöneliyor ve ben tarım işçisi çocuklara yönelik “psiko-sosyal aktviteler” yapıyorum diyor.Evet bunlar da olmalı ama yetmez.
Biz tıpkı bireyleri olduğu gibi toplulukları da canlı organizmalar olarak düşünmeli ve bilimsel yöntemlerle analiz etmeliyiz. Bunun ilk adımı inceleme. Etkin bir gözlem, daha önce yapılmış olan çalışmaları bulmak, başarı ve başarısızlıkları ile birlikte değerlendirmek, her seferinde süreci ilk kez yapılıyormuş gibi ele almamak, işbirliği yapılabilecek her kesimi, olanak ve güçlükleri belirlemek. Sonrasında;
Soruna yönelik teşhis, çözüme yönelik uygulama-tedavi planını ortaya koymak ve uygulamak, her süreçte değerlendirme ve izlemeyi gerçekleştirmek. Tüm süreçleri sorun sahipleri ile birlikte gerçekleştirmek ve başarmak. Örneğin fındıkta veya mevsimlik tarımda çocuk işçiliğini önlemeyi istiyorsanız, bunu yukarıdan aşağıya inşa edemezsiniz. Sadece aileye sosyal yardım vererek de çözemezsiniz. Ailenin, üreticinin bilgilendirilmesi, güçlendirilmesi, gerektiği noktada yasal yaptırımlarla caydırılması da dahil “nasıl çözelim” i birlikte inşa etmek gerekir.
Biz toplum kalkınması kavramını neredeyse unuttuk, toplum kalkınmasını neredeyse telaffuz etmekten korkuyoruz . Örneğin eğitim denilince sıklıkla köy enstitülerini konuşuyoruz.. Köy Enstitüleri özgün, önemli ve başarılı bir uygulama ama bugün aynısını uygulamak olanaklı değil, yerine alternatif çözümlerimiz neler.
Her alanda toplum kalkınmasını yeniden örgütlememiz, başarmamız gerek. Son dönemde kadın kooperatiflerini, örgütlenmelerini önemli ve yol açıcı olarak görüyorum.
Yerel yönetimlerin bu alanda öncü rolü gelişmeli. Başarılı örnekler var. İzmir Belediyesi, Tire Süt Kooperatifi ilk akla gelen olumlu örnek.
Yerelde toplum kalkınması çalışmalarında lider-öncü kadınlarla çalışmak, örgütlenmek çok önemli. Hem ekonomik temelli hem de kadınların toplumsal yaşama aktif katılımını sağlamada, hakları öğrenme ve öğretmede lider-öncü kadınlarla yola çıkmak başarı şansını arttıracaktır.
Biz’i hayatın içinde inşa etmeliyiz. Dünyadaki ilk toplum merkezi ABD’de Harlem’e yerleşen ve bir tür rol model olan öğretim üyeleri ve öğrencileri ile kuruldu. Bir bölgeye taşınarak rol model yaratmak bugün gerçekçi olmayabilir ama kendinizi doğru konumlandırır ve anlatırsanız en sorunlu bölgelerde bile kabul görme olasılığınız çok yüksektir.
Nereden başlayacağız? Türkiye’nin çok ciddi sorunlarına kısaca değindik. Yoksulluk bunun başında geliyor. Toplumda yeni heyecan uyandıran düşüncelere ya da var olanların yeni, anlaşılır bir söylemle gündeme getirilmesine gereksinim var.
Yeni fikir, düşünce geçmişteki başarılar üzerinden de inşa edilebilir. Ankara Batıkent Projesi bu anlamda değerlendirilebilecek önemli örneklerden birisi. Yenilenebilir mi? Evet, dersler çıkartılarak yenilenebilir. Tüketimin örgütlenmesi, köylülerin örgütlenmesine ilişkin onlarca başarılı örnek var.
Katılımın tüm kanallarını zorlamak ve kullanmak gerek. Bir sorunla karşılaşıldığında kamunun tüm kanallarına ulaşmalı ve zorlamalıyız. ALO 183’ü, CİMER’i, Kamu Denetçiliği Kurumu’nu ısrarla kullanmalıyız.
Yerel sorunlar etrafında farklı düşüncelerdeki yurttaşların aynı pota içinde tepki verebildiklerini, etkili olduklarını biliyoruz. Karadeniz’ deki HES direnişleri buna çok iyi bir örnektir. Yeni kadın liderler ortaya çıkmıştır.
Bir başka sorun, Türkiye’de yaklaşık 2 milyon mülteci çocuk var eğitemediğimiz, birlikte yaşamı inşa edemediğimiz her zaman diliminde çok yeni ve sorunlu bir alan. Bunun gündemde tutulması, birlikte yaşamı örgütleyecek projeler, savunuculuk yapılması gerekli.
Yeni bir dil, söylem nasıl inşa edilecek, alanda nasıl daha etkili çalışacağız bunlara ilişkin örnekler verebiliriz.
Biz duygusu karamsarlık üzerinden geliştirilemez. Umudu diri tutmak gerek. Yaşanılan pek çok olumsuzluğa karşın yine önceki örneklere dönerek kadın örgütlenmelerine dönebiliriz. Soma’da maden faciası sonrasında öncülük edilen Soma Emekçi Kadınlar Kooperatifi bireysel travmaların aşılmasından, ailenin sorumluluğu üzerlerine kalan kadınların güçlendirilmesine kadar pek çok olumlu katkı sağlayan kooperatif örneklerden birisidir.
Gökçek öncesi dönemde Ankara ‘da kent kurultayında yaşlı yurttaşların oluşturduğu komisyon da görev alan gönüllü yaşlı yurttaşlarımızın sürdürdüğü park-yeşil alan gözetmenliği, Ankara’daki Çayyolu Platformu, Bahçelievler Semt Dernekleri gibi oluşumlar aynı zamanda birer demokrasi okulu olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Mavi kapak toplama kampanyasının çevreye, engelli yurttaşlarımıza hatta ulusal ekonomiye katkısını anımsayalım. Sınırlı sayıda kadınımızın öncülük ettiği “bıyıklı kadın görsellerinin” tüm partileri az ya da çok etkilediğini, kadın kotalarınıngeldiğini anımsayalım.
Bir sonraki seçim için Büyükşehir ve İl-İlçe Belediyeleri için şimdiden daha çok kadın aday talebini dile getirelim.
Tüm yerel yönetimlerde uygulayanlara teşekkür ederek ama yapmayanları zorlayarak kreş ve gündüz bakım evleri, gündüzlü yaşlı merkezleri, toplum merkezleri talebini diri tutalım. Sanatın, sporun her yaştan bireyimizin erişebildiği alanların çoğaltılmasını talep edelim, izleyelim, gerçekleştirelim. Vahşi çöp toplama ve depolamanın yerine ayrıştırma kumbaralarını, iyi-başarılı örnekleri, sosyal sorumluluk projeleriyle geliştirerek çoğaltalım.
Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile İzmir’e girişi arasındaki sürenin 3 yıl olduğunu anımsayarak biz ve birlik olmanın başarılabileceğine olan inancımızla bitirelim.
Bu yazı 10 Kasım 2020 günü Sn.M.Peker’e konuk olarak yapılan söyleşi kayıtlarından özetlenerek yazılmıştır DR.BÜLENT İLİK
Etiket:biz olmak, bülent ilik