Vicdan Muhasebesi 1: 23 Nisan Kimin Bayramı?
Vicdan Muhasebesi 1: 23 Nisan Kimin Bayramı?
“Bir çocuğun hayali bir bisikletse, hayatını neden kaybeder?”
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı dün kutladık. 105 yıl önce, 1920’de, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bir milletin egemenliğini ilan ederken, bu günü çocuklara armağan etti. 23 Nisan, bir milletin geleceğine olan inancın, umudun ve sevginin sembolü olmalıydı. “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizlersiniz,” diyerek çocukların değerini vurgulamıştı Atatürk. Onun vizyonu, çocukların bir milletin geleceği olduğunu kabul ediyordu; bu toprakların ışığı, yarınlarıydı. Çocuklar, onun gözünde, bir milletin umutları, hayalleri, geleceğinin mimarlarıydı. 23 Nisan, çocukların bayraklarla koştuğu, şarkılar söylediği, gözlerinin içi güldüğü bir gün olmalıydı. Ancak, 23 Nisan, aynı zamanda bir vicdan muhasebesi olmalı: Çocuklarımıza sahip çıkabildik mi? Onlara eşit şartlar, eşit fırsatlar sunabildik mi? Onları, hayallerini yaşayacakları bir dünyada koruyabildik mi?
Niğde Bor’da, 14 Nisan 2025’te, 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul, bir plastik geri dönüşüm tesisinde çalışırken makineye kolunu kaptırarak hayatını kaybetti. Abdurrahman, elektrikli bisiklet alabilmek için çalışıyordu. Dedesi Vahap Özkul, torununun hayalini gerçekleştirmek için fabrikaya gittiğini anlatıyor. Ancak o pres makinesi, Abdurrahman’ın minicik bedenine acımadı; onun küçücük ellerini, hayallerini, geleceğini aldı. Fabrika patronu, “Fabrika kapalıydı, nasıl girmiş?” diyerek sorumluluktan kaçtı; Niğde Valisi ise sessizliğini korudu. Abdurrahman’ın hayali, bir bisikletle özgürce sokaklarda dolaşmaktı; belki 23 Nisan’da bir bayrakla şenliklere katılmaktı. Ama o, bayramı göremeden, bir makinenin soğuk dişlileri arasında can verdi. Abdurrahman’ın son nefesinde, o makinenin arasında, gökyüzüne bakarken hissettiği korkuyu, çaresizliği, annesinin feryadını, dedesinin gözyaşlarını kim duydu? Onun minik kalbi, o ağır makine altında son kez atarken, kim onun elini tuttu? Bir çocuğun hayali, bir bisiklet kadar masumken, neden bir makinenin gölgesinde solup gitti?
Adı Abdurrahman Özkul.
Bir çocuk.
Bir evlat.
Bir kardeş.
Ve artık bir yas.
Ama en çok da, bir milletin vicdanında kanayan bir yara.
Bir çocuk.
Bir evlat.
Bir kardeş.
Ve artık bir yas.
Ama en çok da, bir milletin vicdanında kanayan bir yara.
Çocuk Olmak mı, Geçim Derdi mi?
Türkiye’de çocuk işçilik, yürekleri dağlayan bir yara. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verilerine göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların iş gücüne katılma oranı yüzde 24.9’a ulaştı. Yani, her 4 çocuktan 1’i işçi. Bu yaş grubunda 3 milyon 894 bin çocuk bulunurken, 970 bini kayıtlı işçi olarak çalışıyor.
Son on iki yılda 742 çocuk işçi, son bir yılda 71 çocuk işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği için bu 23 Nisan’da bayramı kutlayamadı. Kaç çocuk, şenliklerde koşmak yerine, ailesine ekmek götürmek için ter döktü? Kaç çocuk, bayram coşkusunu tatmak yerine, bir fabrika köşesinde hayatta kalmaya çalıştı?
Abdurrahman gibi çocuklar, bir bisiklet hayaliyle can verirken, bu tablo, ülkemizin en büyük başarısızlığıdır. Çocuklar, okullarda olmalı, oyun parklarında kahkahalar atmalı, 23 Nisan’da bayraklarla koşmalı. Ama onların ellerinde kalem yerine çekiç, defter yerine pres makinesi, oyuncak yerine boya sandığı var. Onlar, çocukluklarını yaşamadan, hayallerini kuramadan, birer işçi oluyor; bazen de birer istatistik. Abdurrahman, bir istatistik değil; o, bir çocuktu. Bir bisiklet hayaliyle hayata tutunmaya çalışan, ama o hayaliyle birlikte toprağa gömülen bir çocuk. 23 Nisan’da, bir çocuk şenliklerde koşarken, bir diğeri bir makineye kolunu kaptırıp can veriyor. Bu ironik tablo, bir milletin vicdanını nasıl bu kadar ağır bir yükle bırakıyor?
23 Nisan: Çocukların Bayramı mı, Ayrıcalıkların Töreni mi?
Dün 23 Nisan’ı kutladık. Peki, gerçekten tüm çocuklar bayram edebildi mi? Abdurrahman bayram edebildi mi mesela? Ya Diyarbakır’da tarlaya gitmek zorunda kalan çocuklar? İstanbul’un arka sokaklarında tekstilde çalışan küçük kız çocukları? Adana’da, tarlalarda sırtında yük taşıyan çocuklar? Gaziantep’te, bir atölyede, elleri yağ içinde, ailesine destek olmak için çalışan çocuklar? Bir yanda parklarda bayraklarla koşan çocuklar; diğer yanda, bir bisiklet hayaliyle fabrikalarda canından olan çocuklar. Türkiye’de eşitsizlik her geçen gün artıyor. Özel okullar, fırsat eşitsizliğinin en çarpıcı göstergesi. Durumu iyi olan aileler, devletin sunduğu eğitime güvenmediği için çocuklarını özel okullara gönderiyor. Ancak, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında, 612 bin öğrenci zorunlu eğitim dışında kalmış, eğitime erişememiş ya da eğitim dışına itilmiş.
Bir yanda özel okullarda dil eğitimi alan, tiyatro kulüplerine katılan, robotik kodlama öğrenen çocuklar; diğer yanda, hayallerini, oyunlarını, çocukluklarını yitiren çocuklar. Bir çocuk, 23 Nisan’da şenliklerde dans ederken, bir diğeri, atölyede elleri nasır tutmuş, ailesine ekmek götürmek için kan ter içinde. Bir çocuk, özel okulda geleceğe hazırlanırken, bir diğeri, bir bisiklet hayaliyle fabrikada can veriyor. Bu adaletsizlik, bir milletin vicdanını kanatan bir yara. Bir çocuğun doğduğu yer, ailenin maddi durumu, onun hayatını neden bu kadar derinden belirliyor? Neden bir çocuk, 23 Nisan’da bayraklarla koşarken, bir diğeri, aynı gün, kağıt toplayarak, simit satarak ailesine destek olmak zorunda kalıyor? Neden bir çocuk, hayallerini özgürce kurarken, bir diğeri, o hayallerini bir makineye kaptırıp toprağa düşüyor? Bu uçurum, vicdanları dağlamıyor mu? Abdurrahman’ın hayali bir bisikletken, neden o hayali bir makineye kaptırıp canından oldu?
Kendi gözlemlerimden bir sahne paylaşmak istiyorum: Geçen yıl 23 Nisan’da, Kayseri şehir meydanında çocuklar şenliklerde şarkı söylerken, aynı şehrin arka sokaklarında, kağıt toplayan bir çocuğun gözlerindeki yorgunluğu gördüm. Elindeki yırtık poşet, onun bayram hediyesiydi; şenliklerden haberi bile yoktu. O çocuk, küçük elleriyle kağıtları toplarken, meydandaki çocukların kahkahaları ona ulaşmadı. O gün, meydanda şarkı söyleyen çocukların neşesi, o kağıt toplayan çocuğun sessizliğiyle çarpıştı. Ve o sessizlik, vicdanımda bir çığlık oldu. Çocuğun gözlerindeki umutsuzluk, günlerce aklımdan çıkmadı. O çocuk, 23 Nisan’ı bilmiyordu; onun için bayram, bir poşet kağıttı. Abdurrahman gibi çocuklar, bir bisiklet hayaliyle fabrikalarda can verirken, başka çocuklar özel okullarda geleceğe hazırlanıyor. Bu tablo, bir milletin vicdanını nasıl rahat bırakabilir?
Sessiz Bir Bakanlık, Eksik Bir Sistem
Abdurrahman’ın hayatı, sosyal hizmetin eksikliği yüzünden kaybedildi. Bu, bir çocuğun değil, bir milletin kaybıdır. Sosyal hizmet, çocukları korumak, yoksulluğu ortadan kaldırmak, her çocuğa eşit fırsatlar sunmak için var olmalı. Ancak Türkiye’de sosyal hizmet, bir insan hakkı olarak görülmüyor; bir “yardım” gibi algılanıyor.Oysa sosyal hizmet, anayasal bir güvencedir; Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre devletin görevidir. Abdurrahman’ın ölümü, bu eksikliğin en acı bedelidir. Bir çocuk, bir bisiklet hayaliyle fabrikada can veriyorsa, bu, bir milletin en büyük başarısızlığıdır. Sosyal hizmet, bir çocuğun gözlerindeki ışığı korumalı; onun hayallerini, oyunlarını, çocukluğunu geri vermeli. Ama Abdurrahman, o ışığı göremeden, hayallerini yaşayamadan, bir makinenin gölgesinde kayboldu. 23 Nisan’da şenlikler düzenlenirken, aynı gün, bir çocuk bir makinede can veriyor. Bu ironik tablo, bir milletin vicdanını nasıl bu kadar ağır bir yükle bırakıyor?
Bu Bir Siyasi Sorun Değil, Bu Bir İnsanlık Meselesidir
Bugün Türkiye’de hiçbir siyasi parti, çocuk işçiliğine karşı yeterli adımı atmamıştır. Hiçbiri, evrensel sosyal hizmet anlayışını kurumsallaştırmamıştır. Hiçbiri, “Bir çocuk neden bisiklet almak için can versin?” sorusunu kendine sormamıştır. Bu ülkenin tüm siyasi yapıları bu konuda sınıfta kalmıştır. Çocuk Koruma Kanunu’nun 6. maddesi, adli ve idari merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarının korunma ihtiyacı olan çocukları Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bildirmekle yükümlü olduğunu belirtir; aynı zamanda çocuk ve bakımından sorumlu kimselerin korunma için bu kuruma başvurabileceğini düzenler. Ancak burada çarpıcı bir tezat var: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu artık yok. 2011 yılında, bu kurumun görev ve yetkileri Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na devredildi. Abdurrahman’ın durumu, bu maddenin uygulanmadığını gösteriyor. Ne bir okul, ne bir sağlık kuruluşu, ne de bir kolluk görevlisi, Abdurrahman’ın yoksulluk içinde fabrikada çalıştığını fark edip bildirimde bulundu; ailesi de böyle bir başvuru yapması için yönlendirilmedi.
Dahası, bu olayın sorumluluğu yalnızca sistemin eksiklikleriyle sınırlı değil; doğrudan Abdurrahman’ın öğretmenleri de bu trajedide pay sahibidir. Çocuk Koruma Kanunu’nun 6. maddesi, eğitim kuruluşlarını ve dolayısıyla öğretmenleri, korunma ihtiyacı olan çocukları bildirmekle yükümlü tutar. Abdurrahman’ın yoksulluk içinde bir fabrikada çalıştığını öğretmenleri nasıl fark etmedi? Onun okul devamsızlığını, yaşadığı zorlukları neden görmezden geldi? Bir öğretmen, öğrencisinin gözlerindeki umutsuzluğu, yorgunluğu, hayallerini göremez mi? Abdurrahman’ın öğretmenleri, onun bir bisiklet hayaliyle fabrikaya gittiğini bilseydi, belki bir adım atar, belki bir bildirimde bulunur, belki de o makineye kolunu kaptırmasına engel olabilirdi. Ama olmadı. Öğretmenlerin bu ihmali, Abdurrahman’ın ölümünde bir gölge gibi duruyor; bu, bir milletin vicdanını kanatan bir yara.
Ayrıca, 44. madde, kamu görevlilerinin çocuk koruma görevleriyle ilgili sorumluluklarının 4483 sayılı Kanun’un dışında tutulduğunu ve doğrudan yargılanabileceğini belirtir; ancak bu madde de uygulanmadı. Abdurrahman’ın ölümünde ihmali olan kamu görevlileri hakkında herhangi bir işlem yapılmadı; denetimsizlik ve sorumsuzluk cezasız kaldı. Abdurrahman’ın yaşama hakkı, bir makineye kaptırdığı koluyla birlikte elinden alınırken, bu maddelerin uygulanmaması, devletin çocukları koruma görevini yerine getirmediğini gösteriyor. Abdurrahman’ın ölümü, sadece bir iş kazası değil; Çocuk Koruma Kanunu’nun 6. ve 44. maddelerinin uygulanmamasının, devletin çocukları koruyamamasının bir sonucudur. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yerini alan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, bu trajedinin birincil sorumlusudur; çünkü sistem, Abdurrahman’ı korumak için hiçbir adım atmadı. Bu ülke, Abdurrahman’a sahip çıkamamıştır. Bu durum, siyaset üstü bir meseledir; bir insanlık meselesidir. Çocuklarımız, bir milletin geleceği; onların hayatı, hepimizin vicdanında bir yara olmalı.
Vicdan Muhasebesi Zamanı
Bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum:
Dün 23 Nisan’da, çocuklarınızla bayram kutlarken, bir an durdunuz mu?
Gözlerinizi kapatıp, bir çocuğun bir bisiklet hayaliyle fabrikada can verdiğini düşündünüz mü?
Onun minik kalbinin, o ağır makine altında son kez attığını, annesinin feryadını, dedesinin gözyaşlarını hayal ettiniz mi?
Abdurrahman’ın, o makinenin gölgesinde, son nefesinde belki de annesini, belki de o bisikleti düşündüğünü hissettiniz mi?
Ve kendinize şu soruyu sordunuz mu: “Ben bu ülkede hangi çocuğun ölmesine sessiz kaldım?”
Dün 23 Nisan’da, çocuklarınızla bayram kutlarken, bir an durdunuz mu?
Gözlerinizi kapatıp, bir çocuğun bir bisiklet hayaliyle fabrikada can verdiğini düşündünüz mü?
Onun minik kalbinin, o ağır makine altında son kez attığını, annesinin feryadını, dedesinin gözyaşlarını hayal ettiniz mi?
Abdurrahman’ın, o makinenin gölgesinde, son nefesinde belki de annesini, belki de o bisikleti düşündüğünü hissettiniz mi?
Ve kendinize şu soruyu sordunuz mu: “Ben bu ülkede hangi çocuğun ölmesine sessiz kaldım?”
Eğer bu sorular yüreğinizi dağlıyorsa, bu iyi bir şeydir. Çünkü bu, vicdanınızın hâlâ yaşadığını gösterir. Abdurrahman artık yok. O bisiklet alınamadı. O makine artık dönmüyor, ama vicdanlarımız sıkışmaya devam ediyor. 23 Nisan’da, “Kimin bayramı?” diye sorabiliyorsak, işte orada gerçek yüzleşme başlar.
23 Nisan, Abdurrahman Özkul’suz ilk bayramımızı geride bıraktık. Abdurrahman, bir bisiklet hayaliyle fabrikaya girmiş, ama o hayali gerçekleştiremeden aramızdan ayrıldı. Onun anısı, yüreklerimizde bir sızı olarak kalacak. Cumhuriyet değerlerini ve evrensel sosyal hizmet ilkelerini gerçekten idrak etmiş olsaydık, Abdurrahman bugün hayatta olur muydu? Bir çocuk, bir bisiklet hayaliyle can vermek zorunda kalır mıydı? 23 Nisan, tüm çocuklar için bayram olur muydu? Bu sorular, vicdanlarımızda yankılanmaya devam edecek.
Gazi ŞAHİN
Sosyal Hizmet Uzmanı/Sosyal Çalışmacı
Kayseri 24.04.2025