TARİHE NOT DÜŞÜLEN KARA BİR LEKE-27.500 TL’LİK ÇOCUK
Bir çocuğun fiyatı nedir? 27.500 TL eder mi? (!)
Sevgili Okur,
Yazıyı okumaya başlamadan önce aşağıya bıraktığım haberi okuman gerekiyor. Aksi takdirde yazıyı anlamayacaksın.
Bir Çocuğun Hayatı 27.500 TL (günümüz reel fiyatı ile 159.677 TL) mi?
2015 yılında Trabzon’da bir cezaevinde hayatına son veren 15 yaşındaki bir çocuğun hikayesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil; aynı zamanda sistematik bir çöküşün sembolüdür. Bu trajedi, bir çocuğun korunması gereken yaşlarda nasıl yalnız bırakıldığını ve sistemin, çocukları nasıl korumasız bıraktığını gözler önüne sermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin Semra Omak Başvurusu (Başvuru Numarası: 2015/19167) 27.500 TL (günümüz reel fiyatı ile 159.677 TL) tazminat kararı ise bu hikayeyi daha da acı hale getirmiştir. Peki, bir çocuğun yaşamı 27.500 TL (günümüz reel fiyatı ile 159.677 TL) ile nasıl telafi edilebilir?
Kayıp Bir Hayat: Sistematik İhmalin Sonuçları
Cezaevinde yaşamına son veren bu çocuğun hikayesi, yalnızca bireysel bir kader değil, Türkiye’nin çocuk koruma mekanizmalarının işlevsizliğini yansıtan bir tabloyu da ortaya koymaktadır. Çocuğun suça sürüklendiği ilk andan itibaren yapılması gereken sosyal inceleme, onun ihtiyaçlarını anlamak ve uygun bir müdahale planı hazırlamak için hayati bir araçtır. Ancak, Trabzon’da olduğu gibi pek çok örnekte, bu mekanizmaların devreye girmediğini ya da yetersiz kaldığını görüyoruz.
Gelin sizinle tarihte bir yolculuk yapalım ve 27 Haziran 2005 tarihindeki TBMM Adalet Komisyonu görüşmelerine gidelim. Konu: 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu
Meclis Tutanaklarında Sosyal İnceleme Raporu Tartışmaları
Sosyal inceleme raporlarının çocuk davalarında zorunlu tutulması konusu, 27 Haziran 2005 tarihindeki TBMM Adalet Komisyonu görüşmelerinde tartışılmıştır. Komisyon görüşmeleri sırasında, sosyal inceleme raporlarının gerekliliğine dikkat çeken isimlerden biri, baro temsilcisi olarak konuşan Seda Akço olmuştur. Seda Akço, sosyal inceleme raporlarının her davada hazırlanması gerektiğini savunarak şu ifadeleri kullanmıştır:
“Pekin Kuralları diyor ki, önemsiz ve tali nitelikteki suçlar haricindeki tüm suçlarda sosyal inceleme yapılmalıdır. Ancak, uygulamada sosyal inceleme raporlarının gerektiği takdirde hazırlanması ifadesi, bu raporların yaygın olarak yapılmamasına neden olmaktadır. Korunma gereksiniminde olan çocuklar da bu madde kapsamındadır. Bu nedenle, kanunla ihtilaf halindeki çocuklar için sosyal inceleme raporlarının tüm vakalarda hazırlanmasını zorunlu kılacak bir düzenleme yapılmalıdır.”
Akço’nun bu uyarısı, çocukların bireysel hikayelerini anlamanın önemini ortaya koyarken, uygulamada bu raporların yapılmamasının çocukları nasıl yalnız bıraktığını da gözler önüne sermektedir. Ancak, bu öneriye rağmen, sosyal inceleme raporlarının her davada zorunlu tutulması reddedilmiş, yalnızca gerektiğinde hazırlanması kararlaştırılmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ramazan Özkepir’in Görüşü
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ramazan Özkepir, sosyal inceleme raporlarının zorunlu hale getirilmesiyle ilgili olarak şu görüşü ifade etmiştir:
“Sayın Başkanım, bunu emredici hale getirirsek, o zaman, cumhuriyet savcısı takipsizlik kararı vereceği bir olayda dahi sosyal inceleme yaptırmak durumunda kalır ki, gereksiz yere görevlilerin mesaisini harcamış oluruz. Bu nedenle, böyle bir zorlayıcı hükmün getirilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum.”
Ramazan Özkepir’in bu görüşü, sosyal inceleme raporlarının zorunlu hale getirilmesinin karşısındaki bir diğer engeli temsil etmektedir. Savcı Özkepir’in dile getirdiği endişe, sosyal inceleme raporlarının her durumda uygulanabilirliğine dair bir soru işareti oluşturmakta ve gereksiz iş yükü yaratılmasından kaygı duyulmaktadır. Ancak bu bakış açısı, hukukun insanları koruma amacıyla var olması gerektiği gerçeğiyle çelişmektedir. Hukuk, insanların haklarını güvence altına almak, adaletli bir çözüm üretmek ve özellikle en savunmasız olanların – çocukların – korunmasını sağlamak için var olmalıdır.
Özkepir’in ifadelerindeki “gereksiz mesai” kaygısı, aslında çocukların yaşam hakkı ve geleceği üzerindeki ciddi etkileri göz ardı eden bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Bir çocuğun korunması için yapılacak bir sosyal inceleme raporunun, görevli memurun mesai saatlerinden çok daha önemli olduğu bir gerçektir. Çocukların ihtiyaçları, sadece yasal bir zorunluluk olarak değil, insan hakları temelli bir yaklaşım çerçevesinde ele alınmalıdır. Hukukun, insanların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Hukukun amacı, toplumu korumak ve toplumsal adaleti sağlamakken, hukukun içinde bulunduğu sistemin işleyişi, her zaman insan hakları odaklı olmalıdır. İnsanlar hukukun varlığıyla değil, hukuk insanların varlıklarını korumak, adalet sağlamak ve haklarını savunmak için vardır. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Özkepir’in bu görüşü, hukukun “insan için” var olma ilkesinden sapma teşkil etmektedir. Hukuk sadece soyut kurallar silsilesi değil, her bireyin güvenliğini sağlayan, en savunmasız grupların korunmasına yönelik bir araçtır.
Sosyal inceleme raporlarının zorunlu hale getirilmesi, hukukun bu amacına uygun olarak şekillenecek bir düzenleme ile çocukların korunmasına yönelik kritik bir adım olacaktır. Çocukların korunmasında ve sosyal incelemelerde yaşanan aksaklıkların, hukuki düzenlemelerle giderilmesi gerekmektedir. Çocukların hakları, yalnızca yazılı yasalara dayalı olmamalı, aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin bu haklara saygı göstermesi ve onları hayata geçirebilmesi için hukukun gereklerini yerine getirmesi gerekmektedir.
Adalet Bakanı Kanunlar Genel Müdürü Niyazi Güney’in Görüşü:
“Sayın Başkanım, Türkiye’nin her yerinde bu sosyal çalışmacı, pedagog, psikolog bulmamız mümkün değil. Ülke şartları dikkate alınmak suretiyle bu gerektiğinde ibaresi eklenmiştir. Bu haliyle uygundur.”
Bu Görüşün Günümüz İhtiyaçlarıyla Uyumlu Olmadığı:
Niyazi Güney’in görüşü, geçmişteki Türkiye şartlarına dayanmaktadır. Ancak, günümüzde Türkiye’nin her bölgesinde ve ilçesinde sosyal çalışmacılar, psikologlar gibi çocukların korunmasında ve rehabilitasyonunda görev alacak profesyonellere erişim sağlanabilmektedir. Türkiye’de son yıllarda, sosyal hizmet uzmanlarının (sosyal çalışmacı) ve psikologların eğitim süreçleri artmış ve ihtiyaçtan daha fazla mezun vermektedir. Hatta bu profesyonellerin çoğu çocukları korumak için değil, marketlerde, fabrikalarda çalışmaya itilmektedir.
Öte yandan, Türkiye’de her yıl sosyal hizmet alanından mezun olan binlerce uzman bulunmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları (sosyal çalışmacılar), mevcut sosyal hizmet yapılarında görev almak için uygun koşullar sağlandığında, çocukların korunması ve rehabilitasyonu alanında etkin bir şekilde çalışabilirler. Bu uzmanların her koşulda görev başında olmalarını engelleyen “gerektiğinde” ifadesi, yasal ve mesleki gereklilikler göz önüne alındığında, bir kısıtlama olmaktan çıkarılmalıdır. Hükümetin, sosyal hizmet uzmanlarının (sosyal çalışmacı) diğer ilgili meslek mensuplarının daha etkin bir şekilde istihdam edilmesini sağlayacak politikalara yönelmesi gerekmektedir.
Çocukların yalnız bırakıldığı ve ihtiyaçlarının göz ardı edildiği bir sistemin tekrarlanmaması için, sosyal hizmet alanında sosyal çalışmacıların her zaman görev başında olmaları sağlanmalıdır.
Bir Çocuğun Hayatına Biçilen Değer: 27.500 TL
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği 27.500 TL’lik (günümüz reel fiyatı ile 159.677 TL) tazminat kararı, insan hayatına biçilen değeri tartışmaya açmıştır. Bu karar, sadece hukuki bir karar olmanın ötesinde, toplumsal vicdanı derinden sarsmakta ve insanlık onurunu sorgulamaktadır. Bu karar şu soruları gündeme getiriyor:
- Bir çocuğun hayalleri, umutları ve yaşam hakkı bu kadar mı değersiz?
- 27.500 TL (günümüz reel fiyatı ile 159.677TL), bir çocuğun dünyasını kaybeden ailesinin tarifsiz acısını ne kadar hafifletebilir?
- Toplum, bir çocuğun ölümünü ne kadar ucuz bir bedelle telafi edebilir?
- Bir çocuğun canı, yalnızca bir rakamla ölçülüp geçiştirilebilecek kadar mı önemsizdir?
- Adalet, bir çocuğun hayatını, yaşaması gereken yılların ve umutlarının paha biçilemez olduğu gerçeğiyle mi yüzleşmelidir?
- 27.500 TL (günümüz reel fiyatı ile 159.677TL), bir çocuğun geleceğini, onun büyüme hayallerini ve potansiyelini ne kadar temsil edebilir?
- Toplum olarak, çocuklarımızın yaşam hakkını bir fiyatla değerlendirebilmek, geleceğimizin teminatı olan bu masum hayatları ne kadar değersizleştirir?
- Bir çocuğun kaybı, sadece ailesini mi etkiler? Ya toplumun kaybı? Ya o çocuğun geleceği, bu toplumun ihtiyaç duyduğu potansiyel?
- Bir çocuğun ölümüne biçilen bu küçük bedel, toplumun vicdanına nasıl açıklanabilir?
- Peki ya hukuk, çocukların yaşam hakkını sadece maddi bir bedelle mi savunuyor?
- Çocukların hayatını bu kadar ucuzlaştırmak, geleceğimizin şekillendirilmesinde nasıl bir yanlışlık yaratır?
Bu karar, yalnızca adaletin değil, toplumsal vicdanın da sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Her bir hayatın değeri, sadece rakamlarla ölçülemez. İnsan hayatı, sistemin, toplumun ve bireylerin paylaştığı bir değer olmalı, bunun karşısında verilen kararlar, insan onuruna ve insana biçilen değere saygıyı içermelidir. Bu tür kararlar, yalnızca hukukun değil, aynı zamanda insanlığın temel değerlerinin de tartışmaya açıldığı bir dönemi işaret etmektedir.
Öneriler ve Çözüm Yolları
Trabzon’daki gibi trajedilerin tekrarlanmaması için yapılması gerekenler şunlardır:
Sosyal İnceleme Raporlarının Her Davada Zorunlu Hale Getirilmesi ve Mesleki Sınırların Çizilmesi:
Seda Akço’nun belirttiği gibi, Pekin Kuralları’nın 22. maddesi, sosyal inceleme raporlarının hazırlanmasında uzman bir profesyonelin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu maddeye göre, çocuklarla ilgili davalarda alınacak kararlarda, çocuğun bireysel koşulları ve ihtiyaçlarının doğru bir şekilde değerlendirilmesi adına uzmanlık temelli sosyal inceleme raporlarının hazırlanması şarttır. Bu düzenleme, çocuğun en yüksek yararını korumak ve süreç boyunca profesyonel bir yaklaşımı garanti altına almak için gereklidir.
Sosyal inceleme raporlarının hazırlanmasında, yalnızca sosyal hizmet uzmanları (sosyal çalışmacılar) bu uzmanlık temelli sürecin gereklerini yerine getirebilecek eğitim ve yetkinliğe sahiptir. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, sosyal inceleme raporlarının sosyal hizmet uzmanları tarafından hazırlanması, bu mesleki standartları sağlamanın tek yoludur. Türkiye’de ise mevcut düzenlemelerde, “sosyal çalışma görevlisi” unvanı, sosyal hizmet uzmanlarının meslek alanını genişletmekte, sosyal inceleme raporlarının başka meslek grupları tarafından hazırlanmasına olanak tanımaktadır. Ancak bu durum, hem Pekin Kuralları’nın 22. maddesi hem de çocuk koruma sisteminin profesyonellik ilkesiyle açık bir çelişki içindedir.
Pekin Kuralları’nın 22. maddesi uyarınca, sosyal inceleme raporlarının hazırlanmasında profesyonellik, çocuğun sosyal, psikolojik ve kültürel ihtiyaçlarını doğru bir şekilde değerlendiren, sistematik bir yaklaşımla desteklenmelidir. Sosyal hizmet uzmanları, bu süreç için özel olarak eğitilmiş ve çocukların ihtiyaçlarına uygun değerlendirmeler yapma konusunda yetkin bir meslek grubudur. Bu nedenle, sosyal inceleme raporlarının hazırlanması yalnızca sosyal hizmet uzmanları tarafından yapılmalıdır.
Türkiye’de, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’ndaki “sosyal çalışma görevlisi” unvanı, uzmanlık gerektiren bir alanda, profesyonelliğin ihmal edilmesine neden olmaktadır. Anayasa’nın 128. maddesi gereğince, kamu görevlerinde uzmanlık gerektiren işlerde yalnızca ilgili eğitim ve deneyime sahip kişiler görevlendirilmelidir. Bu bağlamda, sosyal çalışma görevlisi unvanı, çocuğun en yüksek yararını sağlama ilkesine aykırıdır ve değiştirilmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının, çocuk koruma sisteminde sosyal inceleme raporları yazacak tek meslek grubu olarak tanınması, hem uluslararası hukukun gereklerine hem de Türkiye’nin anayasal yükümlülüklerine uygun olacaktır.
Sosyal inceleme raporlarının yalnızca sosyal hizmet uzmanları (sosyal çalışmacılar) tarafından hazırlanması, mesleki yeterliliğin yanı sıra Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu (ISWF) tarafından 2018 yılında kabul edilen Küresel Sosyal Hizmet Etik İlkeleri Bildirgesi’ne bağlılığın bir gereğidir. Bu Bildirge, sosyal hizmet mesleğini şekillendiren temel etik değerleri ve ilkeleri kapsar; dürüstlük, insan haklarının korunması, sosyal adaletin teşvik edilmesi, gizlilik ve mahremiyet gibi temel prensipleri mesleki uygulamalara entegre eder. Çocuklarla ilgili davalarda alınacak kararların bilimsel temellere dayanması ve bireysel hakların titizlikle korunması adına, sosyal inceleme raporlarının uzmanlık temelli bir anlayışla hazırlanması zorunludur.
Bu süreçte özellikle “dürüstlük” ilkesi (Madde 9.4), sosyal inceleme raporlarının güvenilir, objektif ve adil bir şekilde hazırlanmasını garanti altına alır. Sosyal hizmet uzmanları, güçlü konumlarından kaynaklanan güven ilişkisini kötüye kullanmamak, mesleki sınırların dışına çıkmamak ve her türlü kişisel çıkar çatışmasından kaçınmakla yükümlüdür. Dürüstlük ilkesine dayanan bu etik yaklaşım, çocuğun en yüksek yararını gözetmek ve sosyal hizmetin profesyonel standartlarını korumak adına kritik bir öneme sahiptir.
Ayrıca Küresel Sosyal Hizmet Etik İlkeleri Bildirgesi, sosyal hizmet uzmanlarının gizlilik ve mahremiyet haklarına saygı göstermesini, bireylerin kendi kaderini tayin etme hakkını desteklemesini ve sosyal adaletin sağlanması için çalışmasını da şart koşar. Sosyal hizmet uzmanları, insan haklarının geliştirilmesi ve çeşitliliğe saygı ilkeleri doğrultusunda, her çocuğun sosyal, psikolojik ve kültürel ihtiyaçlarını doğru bir şekilde değerlendirme sorumluluğuna sahiptir.
Ancak Türkiye’de, “sosyal çalışma görevlisi” unvanının varlığı, bu etik ilkelerin uygulanmasını riske atmaktadır. Sosyal çalışma görevlisi unvanı, sosyal hizmet uzmanlarının meslek alanını genişletmekte ve sosyal inceleme raporlarının mesleki uzmanlık gerekliliğini ihmal etmektedir. Bu durum, yalnızca Pekin Kuralları’nın 22. maddesiyle değil, aynı zamanda Küresel Sosyal Hizmet Etik İlkeleri Bildirgesi’nin temel prensipleriyle de açık bir çelişki içindedir.
Sonuç olarak, sosyal inceleme raporlarının yalnızca sosyal hizmet uzmanları tarafından hazırlanması, Avrupa Sosyal Şartı ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme gibi uluslararası antlaşmaların gereklilikleri doğrultusunda bir zorunluluktur. Bu yaklaşım, Pekin Kuralları çerçevesinde de çocukların cezaevleri yerine rehabilitasyon merkezlerinde desteklenmesini öngören ilkeleri destekler ve sosyal hizmet uzmanlarının (sosyal çalışmacı) etik sorumlulukları ile uyumludur. Ayrıca, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde yer alan “her bireyin, yaşam standartlarının yüksek olması için gerekli olan sağlık ve sosyal hizmetlerden yararlanma hakkı” ilkesi gereği, sosyal hizmet uzmanlarının etkin ve nitelikli hizmet sunumları, adaletin tesisi ve çocukların haklarının korunması için hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, etik ilkelere dayalı profesyonellik ve uluslararası standartlarla uyumlu bir sistemin inşası, toplumsal adaletin sağlanmasında belirleyici bir rol oynayacaktır.
Rehabilitasyon Merkezlerinin Geliştirilmesi:
Çocuklar, cezaevleri yerine rehabilitasyon merkezlerinde desteklenmeli, eğitim ve psikolojik destek almalıdır. Bu rehabilitasyon merkezlerinin, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın işbirliği çerçevesinde yönetilmesi ve geliştirilmesi sağlanmalıdır. Böylece, çocukların topluma yeniden kazandırılması sürecinde etkili ve kapsayıcı bir model oluşturulabilir.
Uluslararası Standartların Uygulanması:
Avrupa Sosyal Şartı, Pekin Kuralları ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin gerekleri, yerel uygulamalara entegre edilmelidir. Bu bağlamda, sosyal hizmet uzmanlarının (sosyal çalışmacı) rollerinin güçlendirilmesi, sosyal hizmetlerin uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmesi için temel bir adım olacaktır.
Sonuç: Bir Çocuğun Hayatına Sahip Çıkmak ve “Gerektiğinde” Yaklaşımının Tehlikeleri
Trabzon’da yaşamına son veren bu çocuk, yalnızca bir istatistik değil; sistemin çöküşünün canlı bir örneğidir. Bu olay, sadece bir çocuğun değil, bir toplumun sorumluluklarını yerine getiremediği bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 27.500 TL’lik (günümüz reel fiyatı ile 159.677 TL) kararı, devletin çocuk koruma mekanizmalarına yaklaşımını sorgulatmalıdır. Çünkü bir çocuğun hayatı, hiçbir rakamla ölçülemez.
Mecliste, Seda Akço gibi uzmanların sosyal inceleme raporlarının zorunlu hale getirilmesi ve bu raporların yalnızca sosyal hizmet uzmanları (sosyal çalışmacılar) tarafından hazırlanması yönündeki çağrıları dikkate alınmamış, bu da çocukların yalnız bırakıldığı bir sistemin önünü açmıştır. “Gerektiğinde” ifadesinin kanunlara yerleştirilmiş olması, çocuk koruma süreçlerinde keyfiyete ve sistematik eksikliklere kapı aralamaktadır. Bu ifade, yalnızca bir çocuğun ihtiyaçlarının görmezden gelinmesine değil, toplumun geleceğini de riske atan bir anlayışın sembolüdür. Artık bu uyarıları görmezden gelme lüksümüz yok. Çocukların eşit derecede korunması, yalnızca bireysel bir hassasiyet değil, toplumsal bir yükümlülüktür.
Uluslararası mevzuatlar da devletin bu sorumluluğuna açıkça işaret etmektedir. Avrupa Sosyal Şartı, çocukların her türlü zarara karşı korunmasını devletlere bir yükümlülük olarak yükler. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 19. maddesi, çocukların fiziksel ve ruhsal zarar görmesini önlemek için devletlerin gerekli tedbirleri almasını emreder. Ancak, bu tedbirlerin “gerektiğinde” alınması, uluslararası standartlarla açıkça çelişmektedir. Çocuğun korunması, bir dava veya prosedürden ibaret değildir; bu, çocuğun onurunu, haklarını ve yaşamını güvence altına almak için sürekli bir çaba gerektirir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, her çocuğun yaşam hakkının kutsallığını vurgularken, devletlerin çocukların gelişim süreçlerini güvence altına almasını da şart koşar.
Pekin Kuralları’nın 22. maddesi, çocuğun bireysel ihtiyaçlarını gözeten sosyal inceleme raporlarının uzmanlık temelli olarak hazırlanmasını şart koşar. Ancak Türkiye’de sosyal incelemelerin “gerektiğinde” yapılması anlayışı, hem Pekin Kuralları’na hem de uluslararası çocuk koruma standartlarına aykırıdır. Çocukların korunması, ihtiyaç duyulan durumlarda bir seçenek değil, her durumda bir zorunluluktur. Bu nedenle, “gerektiğinde” ifadesi, sistemin en kırılgan bireylerini koruma konusundaki yükümlülükleri açıkça zayıflatmaktadır.
Türkiye, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların çocuk koruma konusundaki beklentilerini karşılamak bir yana, bu alandaki sorumluluklarını yerine getirmekte yetersiz kalmaktadır. Sosyal inceleme raporlarının yalnızca sosyal hizmet uzmanları tarafından hazırlanması ve tüm davalarda zorunlu hale getirilmesi, uluslararası standartlarla uyumlu bir adım olacaktır. Bu, aynı zamanda Anayasa’nın 128. maddesi gibi anayasal düzenlemelerle de örtüşecektir.
Dolayısıyla, 15 yaşındaki bir çocuğun hayatını kaybetmesine rağmen, 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK), Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (BMÇHS), Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ve Pekin Kuralları gibi uluslararası ve ulusal düzenlemelere rağmen çocuğun nasıl korunamadığı açıkça görülmektedir. Bu trajik olay, vicdanların nasıl köreldiğini ve sistematik bir ihmali gözler önüne sermektedir.
ÇKK kapsamında çeşitli eğitim programları ve uygulamalara rağmen, geçen 14 yıllık süreçte adalet ve hukukun çocuklara yönelik bakış açısının kayda değer bir ilerleme göstermediği anlaşılmaktadır. UNICEF projeleri dahil Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) kapsamındaki eğitimlerin de bu süreçte etkisiz kaldığı görülmektedir. Aksine, ÇKK’nın uygulama eksiklikleri, bu tür vakaların önlenemediğini ve çocukların hala yeterince korunmadığını ortaya koymaktadır.
Bu süreçte çocuğun ailesi, 33.000 TL tutarında tazminat talebinde bulunmuş; ancak bu talep Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından 27.500 TL’ye indirilmiştir. O dönemde Euro kuru 4,5 TL iken, 33.000 TL’nin karşılığı yaklaşık 7.400 Euro’ya denk gelmekteydi. Ancak AYM’nin bu kararı sonrasında, Euro kurunun 6,4 TL olduğu 17 Temmuz 2019 itibarıyla bu miktar 4.300 Euro’ya düşmüştür. Böylelikle, çocuğun yaşamına biçilen değer üzerinden 1.100 Euro’luk bir indirim yapılmıştır.
Daha da çarpıcı olan, günümüz koşullarına bakıldığında (Aralık 2024 itibarıyla), bu miktarın karşılığı yalnızca 160.000 TL’yi bile bulmamaktadır. Bu durum, hukukun ve adaletin, bir çocuğun hayatı karşısında nasıl küçümsendiğini ve vicdanların bu duruma nasıl alıştırıldığını kanıtlamaktadır.
Bir çocuğun hayatı, maddi değerlerle ölçülemez. Ancak bu örnek, hukukun, adaletin ve toplumsal vicdanın geldiği noktayı tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Çocukların korunmasına ilişkin ulusal ve uluslararası yükümlülükler, yalnızca metinlerde değil, uygulamada da hayata geçirilmelidir. Çocukların hayatına dair alınan kararların maddi bir perspektifle değil, çocukların yüksek yararı ilkesi doğrultusunda şekillendirilmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, “gerektiğinde” ifadesi, çocuk koruma sistemini hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir sorumluluk açığına sürüklemektedir. Çocuğun en yüksek yararı ilkesini merkeze alan bir yaklaşımla, bu ifadenin kanunlardan çıkarılması ve çocuk koruma süreçlerinin her durumda öncelikli hale getirilmesi şarttır.
Ayrıca, Türkiye’de sosyal hizmet alanının mesleki standartlara uygun bir şekilde gelişebilmesi için “sosyal çalışma görevlisi” unvanının kaldırılması gerekmektedir. Bu unvan, sosyal hizmet uzmanlarının (sosyal çalışmacılar) mesleki yetkinliklerini ve sorumluluk alanlarını ihlal etmekte, çocuk koruma süreçlerinde alan dışı bireylerin görev almasına neden olarak sürecin etkinliğini düşürmektedir.
Bununla birlikte, 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun günümüz şartlarına ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası yükümlülüklere (Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Pekin Kuralları, Avrupa Sosyal Şartı gibi) uygun bir şekilde yeniden düzenlenmesi elzemdir. Kanun, çocukların korunmasına ilişkin süreçleri hızlandıracak, sosyal hizmet uzmanlarının yetkinliklerini daha etkin kullanacak bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Her çocuğun güvenle büyümesi ve toplumun eşit bir bireyi olarak yer alması sağlanmalıdır. Bu mesele, yalnızca bir hukuki düzenleme değil, toplumsal vicdanın ve uluslararası taahhütlerin gerektirdiği bir sorumluluktur.
İlgilisine bir çocuğun fiyatının(!) yer aldığı Anayasa Mahkemesi kararı: https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19167
İlgilisine Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu (ISWF) tarafından 2018 yılında kabul edilen Küresel Sosyal Hizmet Etik İlkeleri Beyanı: https://sosyalhizmetuzmanlari.com/wp-content/uploads/2024/08/ISWF-2-etik-2018-1-2.pdf
Gazi ŞAHİN
Sosyal Hizmet Uzmanı/Sosyal Çalışmacı
25.12.2024